[Bilimin dünyasında yaşamak «quantité», kemmiyet dünyasında yaşamak demektir. Kendimizle veya başkalarıyla ilgili herşeyi sayılar, sıralamalar, birbiri yanma konulan, birbiriyle karşılaştırılabilen nesneler aracılığıyla kavrıyoruz. İnsan olarak bilincimizi «quantification»ler belirlediği için, bugünün insanları olarak bizler kemmiyet hakimiyeti altında yaşamayı olağan, yerinde ve hatta isabetli, kaçınılmaz saymayı uygun görüyoruz. - İ. ÖZEL, TAHRİR VAZİFELERİ, TİYO, Nisan 2018, s.: 206]

05 Şubat 2008

BİLİM BUDALALIĞI

BİLİM BUDALALIĞI _ Nuray MERT / 09.10.2007

Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi, 'Eğitimde Yaratılışcılık Tehlikeleri' başlıklı 1580 No'lu bir karar almış, bizim gazete de pazar günü, bu haberi, 'Yaratılış teorileri insan haklarına tehdit' ve 'Evrimin öğretimi demokrasi için şart' manşetleri ile verdi. Tek kelime ile son derece dayatmacı bir anlayış ve davranış. Onun ötesinde, sergilenen, pozitivist, bilim budalalığı. Bilim, mevcut fizik ve biyolojik dünyanın keşfi, bu keşiften hareketle, fizik dünyada insan konforu lehinde icatlar ve biyolojik dünyada insan sağlığına yönelik gelişmelerin temelini oluşturur. Varoluşla ilgili soruların cevabını vermez, veremez. Bu, felsefe, yani spekülasyonun alanıdır. Bu alanda fikir yürütülür, hiçbir şey ispat edilmez, doğrulanıp, çürütülemez. Evrim teorisi de, adından da anlaşılacağı gibi bir 'teori'dir, yani varsayımdır. Teoriler bir yere kadar, bilimsel gelişmelere zemin oluşturabilir, nihai sorulara gelince teoriler varsayım sınırında kalır. Hele, insan hakları ve demokrasi gibi konuların, evrim teorisiyle hiçbir alakası yoktur. Modern tarihte evrim teorisiyle, toplumsal ve siyasal konuların örtüştürülmeye çalışıldığı anda, sosyal Darwinizm anlayışı gibi, faşizme arka plan oluşturan bir facia yaşanmıştır. Toplumsal ve siyasal alanda, doğa kanunlarını temel aldığınızda, cinayeti bile haklılaştırabilirsiniz. Nitekim, soykırım, insan türünün kalitesini artırmak için tedbir alma (öjenik), gibi savrulmalar bu yaklaşımın sonucudur. Tam da bu nedenle, bilimsel gelişmeler, 'insan' kavramına ilişkin eşiklerle karşılaştığında etik tartışmalar çıkıyor. İnsan kopyalama bilimsel olarak mümkün olabilse bile etik olup olmadığı tartışılıyor. Benzer şekilde, üreme teknolojilerindeki gelişmeler, hatta tıptaki birtakım tedavi usulleri etik kurallara göre sınırlandırılabiliyor. Hatırlarsanız, son olarak, sakat çocukların gelişimini belli bir noktada durdurma imkânı doğduğunda ('Ashley tedavisi'), bu usul, ateşli tartışmalara konu oldu. İtalya'da, Haziran 2005'te, üreme teknolojileri konusundaki mevcut sınırlamaların kaldırılmasına yönelik referandum olumsuz oyla sonuçlandı. Bebeklerin cinsiyetini doğmadan teşhis teknolojisi, Hindistan gibi ülkelerde, kız çocukların teşhis edilip, kürtajla yok edilmesini yaygınlaştırdığı için hâlâ tartışılıyor. Pozitivist dar kafalılığın insanlığı ne tür sorunlarla karşı karşıya getirdiğini, güncel örneklerle çok iyi kavrayabileceğimiz bir çağda yaşıyoruz. Buna karşın, yeni dünya düzeninin kışkırttığı çatışma ortamının yeni bahanesi din ve medeniyet savaşı olduğu için, kültürel alanda 19. yüzyılın tartışmalarına geri döndük. Her şeyden dini inançları sorumlu tutma anlayışı, bazen doğrudan, bazen dolaylı yoldan bu yeni çatışma ortamını besliyor, dikkatleri bu konu üzerinde yoğunlaştırmaya devam ediyor. Daha ziyade ABD'de yaygınlaşan, evrimci teorilere karşı 'akıllı tasarım' tezleri, ilahiyat, yani din felsefesi açısından son derece sığ yaklaşımlardır. Yaratılış tezi diyerek olayı genellemek, bu sığ tezler üzerinden, kadim dini düşünce geleneklerini yok saymak, bunlar üzerinden kolayca onları çürütmeye çalışmak gibi bir çabaya hizmet ediyor. Yaratılışa inanmak, insan haklarına ve demokrasiyle ters düşer demek, tüm inananları hedef alan ithamlardır. Dünyada ters giden her şeyden dini inançları sorumlu tutmak gibi bir şaşılığın pompalandığı bir dönemde, bu tür yaklaşımların sığlık ötesinde fazladan siyasi anlamlarını sorgulamak durumundayız. Unutmayalım ki, Irak, ne orada köktendincilik tehlikesi olduğu için ne de Bush, Evanjelist olduğu için işgal edilmedi. Dünyanın yeniden paylaşımı savaşlarının alanı olduğu için işgal edildi. Evrimci düşünce, bilim, demokrasi diye ortalığı kasıp kavuran Avrupa da nihayetinde, olanları oturup seyretti. Evrimci düşünce ile toplumsal-siyasal olaylar arasında bir bağ kurulacaksa, modern düşünce temelli medeniyetin bilim, teknoloji, evrim diye diye, siyasal alanda, hâlâ orman kanununa boyun eğmek noktasında kaldığını hatırlamakta fayda var.
http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=235240

KİMİN BUDALALIĞI _ İsmet BERKAN / 13.10.2007

Geçen salı, yani 9 Ekim günü Radikal'de Nuray Mert'in köşe yazısının başlığı 'Bilim budalalığı' idi. Yazı şu satırlarla başlıyordu: "Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi, 'Eğitimde Yaratılışcılık Tehlikeleri' başlıklı 1580 No'lu bir karar almış, bizim gazete de pazar günü, bu haberi, 'Yaratılış teorileri insan haklarına tehdit' ve 'Evrimin öğretimi demokrasi için şart' manşetleri ile verdi. Tek kelime ile son derece dayatmacı bir anlayış ve davranış. Onun ötesinde, sergilenen, pozitivist, bilim budalalığı. Bilim, mevcut fizik ve biyolojik dünyanın keşfi, bu keşiften hareketle, fizik dünyada insan konforu lehinde icatlar ve biyolojik dünyada insan sağlığına yönelik gelişmelerin temelini oluşturur. Varoluşla ilgili soruların cevabını vermez, veremez. Bu, felsefe, yani spekülasyonun alanıdır. Bu alanda fikir yürütülür, hiçbir şey ispat edilmez, doğrulanıp, çürütülemez. Evrim teorisi de, adından da anlaşılacağı gibi bir 'teori'dir, yani varsayımdır. Teoriler bir yere kadar, bilimsel gelişmelere zemin oluşturabilir, nihai sorulara gelince teoriler varsayım sınırında kalır." Nuray Mert'in yazısı başkaca argümanlarla devam ediyor, bütün yazıyı buraya alamayacağım, o zaman bana yer kalmaz, ama yazısının bundan sonraki bölümü, bana göre konumuzla ilgisi olmayan, tartışmanın özünü yansıtmayan şeylerden oluşuyor. Esasında tartışma yeni bir tartışma değil. Bu köşeyi sürekli izleyen okurlar, evrim teorisiyle yaratılışçılık konularını ele alan çok sayıda yazımı okudular, görüşlerimi biliyorlar. Bugün ve yarın köşemi yeniden bu eski konuya ayıracak olmamın nedeni, kendisi de bir 'bilim insanı' olan, akademik unvan taşıyan Nuray Mert'in bazı kavramları kullanışındaki özensizliğin bende yarattığı hayal kırıklığı. Geçmişte bir kez de bir televizyon programında Milli Eğitim Bakanı (o da 'Prof. Dr.' Ünvanına sahip) Hüseyin Çelik'le aynı konuyu tartışırken, 'Ne var yani, evrim adı üstünde bir teori. Akıllı tasarım da bir başka teori. Derslerde iki rakip teoriyi anlatmamızın ne sakıncası var' demişti. Hüseyin Çelik hiç değilse daha insaflı, 'rakip teori'den söz ediyordu. Oysa, 'akıllı tasarım' bir rakip teori değil. Bu akımı savunanlar, insanın veya sivrisineğin, karmaşık yapısından hareketle, bu yapının tesadüfi evrimleşmeyle oluşamayacağını, bu organizmaların mutlaka bu şekilde 'yaratılmış' olmaları gerektiğini ve bu işin ardında da bir 'akıllı tasarımcı' bulunduğunu söylüyorlar. Bugüne kadar bulunmuş bütün fosil kanıtları onları değil canlıların evrimleşerek bugünkü hallerine geldiğini savunan Darwin teorisini kanıtlıyor. Her ne kadar Adnan Hocacı diye bilinen tarikat sağda solda bir takım fosil sergileri düzenleyip akıllı tasarımı kanıtladıklarını iddia etseler de, 'akıllı tasarım' konusu bilimsel bir teori değil bir inancın konusu. Nuray Mert ise daha hoyrat, 'Evrim teorisi, adından anlaşılacağı üzere bir teoridir, yani varsayımdır' diyor. Doğrudur, evrim bir teoridir ama mesela Dünya'nın Güneş'in etrafında döndüğü, Güneş'in de galaksi çapında bir yörüngede hareket ettiği, galaksimizin de hareket halinde olduğu, evrenin genişlemekte olduğu gibi konular da birer teoridir. Karmaşık fizik ve kütle çekimi formülleriyle açıklanan 'Astronomi' teorisi de, Nuray Mert'in kullandığı anlamda varsayımdır. Ama aklı başında kaç kişi çıkıp okullarda astronominin yanı sıra doğduğunuz gün gökyüzünde görünür konumda olan bir-takım yıldızların bütün hayatınız ve karakteriniz üzerinde etkili olduğunu ileri süren 'Astroloji' ile aynı anda öğretilmesini söyler? Söylese ne kadar taraftar bulabilir? Meselenin pozitivistlikle, oradan yola çıkan kimi zalimliklerle vs. ilgisi yok. Mesele, okullarda bilim ile inancın arasına bir çizgi çekilmesiyle ilgili. Din kitapları insanın ve diğer canlıların dünyaya nasıl geldiği hakkında farklı şeyler söylüyor olabilir. Bu farklı şeyleri illa öğreteceksek, bunların yeri din dersleridir, biyoloji gibi, fizik gibi bilim dersleri değil. Kaldı ki, benim bildiğim İslam'ın evrim teorisiyle bir uyuşmazlığı yoktur. İslam'a göre Allah 'Ol' demiştir ve evren yaratılmıştır, o evrenin sakinlerinin bugün oldukları gibi mi, yoksa tekhücrelilerden itibaren evrimleşerek mi yaratıldıkları gibi detaylara girmez İslam. Bu detaylara giren Hıristiyan teolojisidir. O Hıristiyan teolojisi ki, Dünya'nın evrenin merkezi olduğunu, Güneş'in de Dünya'nın çevresinde 'mükemmel' form olan çember şeklinde döndüğünü öne sürüyordu. Bu uğurda Kepler'i hayatının buluşunu gizli tutmaya zorladılar, Giordano Bruno'yu yaktılar, Galile'yi korkutup yargıladılar ve bugün onlardan özür diliyor Katolik Kilisesi. İzninizle yarın da bu konuya devam edeceğim.
http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=235566


KİMİN BUDALALIĞI (2) _ İsmet BERKAN / 14.10.2007
Geçen salı Nuray Mert'in Radikal'de çıkan 'Bilim budalalığı' başlıklı yazısından söz etmeye devam ediyoruz. Önce Mert'in yazısının baş kısmını bir kez daha hatırlayalım: "Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi, 'Eğitimde Yaratılışçılık Tehlikeleri' başlıklı 1580 No'lu bir karar almış, bizim gazete de pazar günü, bu haberi, 'Yaratılış teorileri insan haklarına tehdit' ve 'Evrimin öğretimi demokrasi için şart' manşetleri ile verdi. Tek kelime ile son derece dayatmacı bir anlayış ve davranış. Onun ötesinde, sergilenen, pozitivist, bilim budalalığı. Bilim, mevcut fizik ve biyolojik dünyanın keşfi, bu keşiften hareketle, fizik dünyada insan konforu lehinde icatlar ve biyolojik dünyada insan sağlığına yönelik gelişmelerin temelini oluşturur. Varoluşla ilgili soruların cevabını vermez, veremez. Bu, felsefe, yani spekülasyonun alanıdır. Bu alanda fikir yürütülür, hiçbir şey ispat edilmez, doğrulanıp, çürütülemez. Evrim teorisi de, adından da anlaşılacağı gibi bir 'teori'dir, yani varsayımdır. Teoriler bir yere kadar, bilimsel gelişmelere zemin oluşturabilir, nihai sorulara gelince teoriler varsayım sınırında kalır." *** Nuray Mert iddia ediyor ki, bilim sadece teknoloji yaratmaya ve bu yolla insanlığa yardımcı olmaya çalışan bir 'şey'dir. Bu iddiayı tartışmayacağım bile, çünkü bilim bu söylenen değildir; bilim bizim evreni kavrama çabamızdır, bilim bizim evreni kavramaya çalışırken geliştirdiğimiz bir 'metodoloji'dir. Burada bilim felsefesinin konularına girecek değilim ama en azından Karl Popper'in ünlü tanımını aktarmalıyım: Bir bilgi, kendi yanlışlanabilme imkânını içinde taşıdığı ölçüde 'bilimsel bilgi'dir. Bu anlamda, 'Tanrı kelamı' olduğuna İNANILAN üç kutsal kitap, 'bilim' değildir, bunlarda aktarılan bilgiler veya öğütler de 'bilimsel bilgi' değil, İNANILMASI EMREDİLEN şeylerdir. İnanç yoksa din yoktur, oysa bilimde imana yer hiç olmaz. Nuray Mert bilimin teknoloji veya insanlık yararına buluşlar olduğunu söyledikten sonra devam ediyor ve varoluşla ilgili temel soruların cevabını bilimin veremeyeceğini iddia ediyor. Oysa bilimin amacı belki de taa en başından beri varoluşumuzla ilgili temel sorulara cevap bulmaktır. Atomun nasıl oluştuğu ve atomun içindeki parçacıkları yöneten gücün doğası ile kuralları 'kuvantum fiziği'nin ana meselesidir. Öte yandan evrenin nasıl oluştuğu, daha büyük bir ölçekte evrene etki eden güçlerin doğası ve kuralları da bugün 'klasik' diye adlandırılan fiziğin ana konusunu oluşturur. Bu iki büyük soruya tek bir cevap vermeye yeltenen yaklaşık 100 yıllık arayış ise 'Büyük Birleşik Teori' olarak adlandırılıyor. Dünyanın dört bir yanında en parlak beyinler, bu teori için siz bu yazıyı okurken bile kafa patlatıyorlar. Bilimsel bilginin peşinde olmak budalalık falan değil. Ama bunun tam tersi, yani zamanında Kanuni'nin Şeyhülislamı Ebusuut efendinin medreselerden matematik ve geometri dahil pozitif bilim eğitimini kaldırması budalalıktır. Osmanlı'nın ve genel olarak da İslam coğrafyasının 'geri' kalmışlığına bir de bu açıdan bakmak gerek. Avrupa Konseyi'nin kararı bana göre doğru karardır. Okullarımızda bilimsel düşüncenin ne olduğunu, bilimsel metodolojinin ne olduğunu çocuklarımıza öğretmekten vazgeçtiğimizde, onları şüpheci bireyler olarak yetiştirmekten caydığımızda veya bilimle inancı aynı kefeye koyup birbirinin rakibi görüşler haline getirdiğimizde, yüzyıllar öncesinin budalalığını tekrarlamış oluruz. Ve maalesef bunu biyoloji derslerimizde yıllardır yapıyoruz, bilimin karşısına yaradılış inancını rakip olarak koyuyoruz. Oysa, yaradılış illa öğretilecekse bunun yeri biyoloji dersi değil din dersi olmalı.

http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=235697