[Bilimin dünyasında yaşamak «quantité», kemmiyet dünyasında yaşamak demektir. Kendimizle veya başkalarıyla ilgili herşeyi sayılar, sıralamalar, birbiri yanma konulan, birbiriyle karşılaştırılabilen nesneler aracılığıyla kavrıyoruz. İnsan olarak bilincimizi «quantification»ler belirlediği için, bugünün insanları olarak bizler kemmiyet hakimiyeti altında yaşamayı olağan, yerinde ve hatta isabetli, kaçınılmaz saymayı uygun görüyoruz. - İ. ÖZEL, TAHRİR VAZİFELERİ, TİYO, Nisan 2018, s.: 206]

05 Şubat 2008

BİLİM FANATİZMİ

BİLİM FANATİZMİ _ Nuray MERT / 16.10.2007

Geçen hafta yazdığım, 'Bilim budalalığı' başlıklı yazıma, İsmet Berkan'dan cevap geldi. Yani konuyu bir kez daha ele almak vacip oldu. Haftada iki kez yazdığım için, ben cevapları daha kısa ve özet halde ifade etmek durumundayım. Önce, ben okullarda bilimsel bilgiye dair eğitim verilmesin falan demiş değilim, dolayısıyla medreselerde bir tarihten sonra pozitif bilimlere dair derslerin kaldırılması bu tartışmanın konusu değil. İkincisi, Berkan, 'Din bilim değildir, inançtır' demiş, doğrudur. Ben 'Din bilimdir' demedim, bilimin nefesinin tükendiği alanlara dair inanç veya spekülasyon alanıdır iddiasındayım. Bilimin nefesinin tükendiği konulara örnek de verdim. Berkan bunların konuyla alakası olmadığını söylüyor, oysa tabii ki var. Bilim, teknolojiye indirgenemez 'Evreni kavrama gayretidir' diyor. Evet, bilimsel bilgi temelli Aydınlanma felsefesinin iddiası, umudu buydu. Ben de diyorum ki, bu gayret bugüne kadar varoluşa dair temel soruları çözmekte işe yaramadı. Bazılarımız, bilimin hayatın ve evrenin sırrını bir gün mutlaka çözeceğine inanıyorlar. Olabilir, böyle bir umut taşıyabilirler, ama ben kendilerine katılmıyorum. Ortada geleceğe yönelik bir inançtan başka bir şey yok. Bu noktada inandığımız şeyler farklı. Aydınlanma felsefesi, bilimsel düşünceyi temel alan dünya görüşünün, toplumsal siyasal meseleleri de halledeceğini iddia ediyor, umuyordu. Öyle olmadı. İnsanlar, ortaçağda da birbirlerinin gözünü oyuyordu, bugün de bu noktadan uzaklaşmış falan değiller. Hâlâ savaşıyorlar, hâlâ suç işliyorlar, hâlâ yaşama dair sıkıntılarla boğuşup duruyorlar. Tam da bu nedenle, iki büyük dünya savaşı, Avrupa'da Aydınlanma felsefesine olan inancı derinden sarstı. Dahası, bilimsel bilginin gelişmesi, örneğin savaşlara engel olmadı, ama teknolojik gelişme savaşları daha fazla can alacak hale getirdi. İletişim teknolojisinin gelişmesi, sıradan suçların yerine daha karmaşık şuç biçimleri doğurdu. Avrupa'da çok ciddi bir sıkıntı haline gelen çocuk pornosu endüstrisi bunun bir örneği. Kesip, yemek için internetten kurban arayıp, bulan ve planını gerçekleştiren bir Alman mühendis bunun diğer bir örneği. Diğer taraftan, bilim ve teknolojinin sınırsız tüketim ideolojisi ile birleşmesi, küresel ısınma gibi gezegenin sonunu getirecek tehlikelere yol açtı. Demek ki neymiş? İnsana ve evrene dair felsefi bir telakki ile tartışılmayan bilimsel gelişme, yarar sağladığı kadar zararlı olabiliyormuş. Daha önemlisi, bilim insan hayatı konusundaki temel meseleleri çözmüyormuş, bu sorular hâlâ felsefi düzeyde tartılması gereken konularmış. Söylediğim özetle bu. Nedense, fanatizm hep dine atfedilen bir şey, oysa çağımızda bilim fanatizmi de söz konusu ve bilim budalalığından kastettiğim bu. Bilimsel bilgi de, 'Hayata dair bilgilenme çeşitlerinden biri ve sınırları var' dediğinizde kıyamet kopuyor. Dahası, Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi gibi siyasal bir kurum, bu tartışmada taraf olmanın ötesinde bağlayıcı karar alabiliyor. Okullarda bilimsel bilgi öğretilmesin diyen yok, ama bilimsel bilgi mutlak gerçek yerine konulmasın deme hakkımız yok mu? Bir dine mensup, inançlı insanların, insanlığın tüm kusur ve suçlarından sorumlu bir inancın temsilcileri olarak, hep alttan alması gerektiği yönünde muamele o kadar yaygınlaşmış ki, azıcık itiraz etseniz, olay Kanuni devrindeki Ebussud Efendi'ye kadar gidiyor. Dahası, dini düşünce o kadar türbe ziyareti, cenaze namazı, mahalle imamına indirgenmiş vaziyette ki, insanlığın yüzlerce yıl dünyayı algılama yolu olarak, zenginliği içinde kimsenin ilgisini çekmiyor, 'İnanılması emredilen şeyler' deyip geçilebiliyor. Sanki inananların tümü 'düşünce tembeli' olduğu için ve neredeyse matematikten sınıfta kaldığı için kolayından dindar olmaya karar vermiş gibi, bir düşünce hazinesini kolaylıkla rafa kaldırma cesareti gösterilebiliyor. Benim itirazım bu yaklaşıma.
http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=235791