[Bilimin dünyasında yaşamak «quantité», kemmiyet dünyasında yaşamak demektir. Kendimizle veya başkalarıyla ilgili herşeyi sayılar, sıralamalar, birbiri yanma konulan, birbiriyle karşılaştırılabilen nesneler aracılığıyla kavrıyoruz. İnsan olarak bilincimizi «quantification»ler belirlediği için, bugünün insanları olarak bizler kemmiyet hakimiyeti altında yaşamayı olağan, yerinde ve hatta isabetli, kaçınılmaz saymayı uygun görüyoruz. - İ. ÖZEL, TAHRİR VAZİFELERİ, TİYO, Nisan 2018, s.: 206]

18 Nisan 2009

EVRİMİ TARTIŞMAK – İsmail KILLIOĞLU

EVRİMİ TARTIŞMAK – İsmail KILLIOĞLU

Bilim ile inanç ilişkisinden hareketle birçok tartışma konusu çıkartmak her zaman için mümkündür ama anlamlı mıdır? Doğrusu her zaman için anlamlıdır, demek, bir açıdan anlamsızlığa anlam yüklemeye çalışmakla eşdeğerdir.

Kuşkusuz inanç, insanın varoluşunda ve benlik kazanmasında en güçlü kaynaktır ve bu kaynak temelini bizzat insanda bulur. Denebilir ki insan, inanç varlığı ve aynı zamanda öznesidir. İnsanın doğasında, özünde ya da fıtratında kendiliğinden (self, en soi, bizatihi) olan bir olgudur, bir güçtür, bir yetenektir vb. inancın bir ideal ve amaç doğrultusunda sistemli, ilkeli, kurallı ve yöntemli bir şekilde konu haline dönüşmesi ya da dönüştürülmesini, anlaşılması için, din olarak nitelendirdiğimizde, aslında insandaki inanç olgusunu ifade etmiş de oluruz. Ama buradaki inanç artık özel, özgül bir inançtır. Özü, etkisi, gücü, belirleyiciliği burada da aynıyla sürer. Diyebiliriz ki inanç duygusu, insanın duyguları arasında en güçlü ve belirleyici duygudur ya da insanın başat niteliğidir. Bir açıdan düşünme, bilgi (merak) elde etme yeteneğimiz de inanç duygusu kapsamındadır en azından sıkı ilişki içindedirler, denebilir. Elbette bilgiyle bilim farklılığını hatırda tutmamız yerinde olur.

Çünkü inanç ile bilim ilişkisinin tarihi süreç içinde kimi zaman gerilimli bir şekilde ortaya çıkması, genel olarak bu farklılığın yerli yerince gözetilmemesinde veya değerlendirilmemesinden kaynaklanmıştır, denebilir.

Basit anlatımıyla inanç "din" bağlamında elbette kendine özgü bilgileri içerir. Kimi zaman da belli bir bilimin temelini, doğuşunu hazırlar, en azından ilham kaynağı olur, olabilir. Sümer'de "astroloji"den "astronomi"ye gidişin hazırlanması gibi. Ancak inanç "bilim" olarak tanımlanamaz, böyle bir yaklaşım bile kaçınılmaz güçlüklere, karşıtlıklara, gerilim ve çatışmalara yol açar.

Evrim varsayımının XIX.yy. Darwin (1809-1882)'in ortaya koyduğu incelemeler bağlamında "kuram" olarak önerilmesiyle benzer bir çatışma örneği de ortaya konulmuş oldu. Çatışmayı ateşleyen Darwin değil, onun varsayımını benimseyenler (mesela Th. H. Huxley gibi) ile bu varsayıma karşı çıkışına inanç gücünü de takviye edenler (mesela Oxford Piskoposu Samuel Wilberforce gibi) oldular. O günden bugüne, genellikle algılama düzeyinde kalınarak tartışma ya da çatışma canlı tutuldu.

Varsayım olarak "evrim" düşüncesinin tarihi oldukça gerilere uzanır. Anaximandros (M.Ö. 610-545) bilinen en önemli isimdir. Ama görüşü, kalan birkaç fragmente dayanır. Bilim bağlamından ziyade mistik inanç ve bilgiye dayanır. Yeniçağlarda Lamarck, Maupertius vb. farklı yaklaşımlar ile biraz bulanık bir "evrim" düşüncesine yakın durmuşlardır. En güçlü ve bilimsel olma iddiasına en yakın görüşü jeoloji alanında Cuvier, Sedgwick gibi araştırmacılar ile birlikte Lyell ifade etmişlerdi. Darwin'in yaptığı gözlemleri açıklamasında Lyell'in görüşü ilham verici olmuştur. Klasik iktisatçılardan Malthus'u da anmak gerekir. Sonuç'ta Darwin bir simgeye dönüşecektir. Bu biraz da XVIII ve XIX. yy.ların zihniyetiyle bağlantılıdır.

Ne var ki, bu çatışmada inancın "din" bağlamında taraf haline getirilmesi, temelde Hıristiyanlığın, dolayısıyla İncil ve Tevrat'ın anlatımlarından kaynaklanan algılamaların belirleyici olduğunu söylemek yerinde olur. Özellikle "Genesis-Yaratılış"a getirilen yorum bilgiyle bilimin olgusallıklarını birbirine karıştırmış gözüküyor. Bu noktada din bağlamında İslâm'ın ortaya koyduğu önermelerin, yukardaki iki inanç (cult) ile aynilik taşıdığını söyleyebilmek oldukça sıkıntılı gözüküyor. Dolayısıyla varlığın birden yaratılmış olmasıyla, yaratılmış olan da dâhil "evrim" olarak nitelenecek bir sürece tabi olabileceği şeklindeki açıklama ve yorumlar başlı başına birer karşıt ilke olarak ele alınabilirler mi? Doğrusu böyle bir çıkarımın fazla anlamlı olmadığı söylenmelidir. Şu basit gerçeği hiç akıldan çıkarmamız şarttır: Bilim, aynı zamanda felsefe, kendi gerçeklikleri bağlamında bir inanç önermezler. Ancak bunların inanç biçimine dönüştürülmesi daima mümkündür ama anlamlı değildir. Çünkü bilim de, felsefe de inanç biçimine dönüştürüldüklerinde kendi doğal gelişim süreçlerini tıkarlar, handiyse yokederler.

Yeri gelmişken, sehven dile getirdiğini sandığım, Prof. Dr. Y. Nuri Öztürk'ün bir televizyon konuşmasındaki görüşe katkıda bulunmanın yararlı olduğunu düşünüyorum. İbn Miskeveyh'in görüşünü anlatırken varlığın üç aşamalı bir "evrim" sürecinde olduğu nakledildi. Miskeveyh'in sözkonusu görüşü Aristoteles'in ruh olgusunu açıklama ve tasnifiyle ilgilidir. Burada Aristoteles'in tartıştığı ruh sorunudur. Tasnifi de bitkisel (nebati), hayvansal (hayvanî) ve insanî ruh şeklindedir. Ruhun canlılığını açıklamak için bir başka ilkeyi de işaret etmiştir: Entelekia. Ama bu nihayet felsefi bir speculation'dur, etkisi oldukça derin ve yoğun olsa bile!
(18.03.09; Milli Gazete )

[ http://www.haber7.com/haber/20090318/Evrimi-Tartismak.php ]