"Clean
Room" Temiz Oda Değil
“ Clean room derken
güzelce silinip süpürülmüş veya hastanelerdeki hijyenik odalardan değil, cep
telefonlarından bilgisayarlara kadar her çeşit elektronik aletlerde kullanılan
çiplerin üretilip araştırma ve geliştirmesinin yapıldığı (elektronik sanayinin
gurur kaynakları) laboratuvar ortamından bahsediyorum. İçinde metreküp başına
neredeyse parmakla sayılabilecek kadar az miktarda toz zerreciğinin bulunduğu
bu laboratuvarlarda yapılan çalışmalar neticesinde üretilen ve hayatımızın her
noktasına yapışan aletlerin, cihazların insanlığı ne kadar düşük ve sefil bir
duruma soktuğu bir tarafa, bu 'clean room'ların temizliği sadece oralarda
üretilen çiplerin kalitesine ve dolayısı ile elde edilecek kârın azâmiliğine
mâtuf.
Uzakdoğu’dan
Amerika’ya kadar yüksek teknolojide söz sahibi durumundaki, hatta bazı
ülkelerin ihracatlarının beşte birine karşılık gelecek meblağlarda ihracat
kapasitesine sahip şirketlerde çalışan clean room personelinin daha 20'li,
30'lu yaşlarda yakalandıkları kanser (özellikle lösemi), bebek düşükleri, sakat
doğumlar ve daha birçok ciddi sağlık problemi, buralarda çalışanların
emniyetlerinin aslında hiç de o kadar dikkate alınmadığı gerçeğini ortaya
çıkardı. Hem personelin giydiği özel kıyafetler hem de temiz odalardaki tozdan
arındırma sistemlerinin amacı sadece çiplerin ve öteki elektronik parçaların
yüksek kalitede üretilmelerini sağlama amacını güdüyor. Kullanılan uçucu ve de
zehirli sıvılardan buharlaşan zerrelerin solunmasından insanları koruyacak
tedbir yok. Bu kimyevi maddelerin küçük bir kısmının bile insan vücudunda
meydana getirdiği bu tahribat, yani 10 sene zarfında hayati tehlike arz eden
bir sağlık sorununa yüksek bir ihtimal ile düçar olma riski, bize bunların
tabiata bulaştığı zaman ne kadar yıkıcı zararlar vereceği konusunda bir fikir
verebilir. Bu tehlikeli atıkların ortaya çıktıktan sonra taşınması, saklanması
ve bunlarla ilgili standartlar ve benzeri hususların hiç bir ehemmiyeti yok.
Zira bir kere bu melânet ortaya çıktıktan sonra er veya geç dünyanın bir
yerlerinde bu necaset akacak, bulaşacak, tabiata sızıp suları, toprakları
kirletecek. Bundan kaçış yok.
Ama neyse ki tıp,
genetik ve biyoloji var ve bu sahalarda çalışan kıymetli (!) bilimadamları ve
kadınları (kısaca biliminsanları deniyor şimdilerde) hastalıklara çare bulmak
için gece gündüz demeden çalışıyor, derdimize derman olacak keşiflerde
buluyorlar… mı? Böyle mi gerçekten? Mekanizmasının her parçası azami kâr elde
etmeye endeksli batı medeniyetinin hüküm sürdüğü bu dünyada böylesine “masum”
ve “insancıl” bir amaç uğruna çalışan bir taraf olabilir mi? Bu medeniyetin
üzerine inşa edildiği temeller böyle insani bir gaye taşıyan işler yapılmasına
zemin teşkil eder mi? Cevabınız nedir, bilemem. Ama bir süre önce Hollanda'da
meydana gelen bir keşif ve akabinde vuku bulan tartışmalar her hâlükârda
ilginizi çekebilir.
Tartışmanın
merkezinde bir grip virüsü var. Genetik ile uğraşan bir bilimadamı uzun
uğraşların neticesinde tüm dünyada salgın halinde yayılan bir virüsün
yapıtaşları ile oynayarak “katil” bir virüs imal etti. Bunu üreten zatın bu
keşfi ile ilgili bilimsel bir makale yazmaya götürecek kadar iftiharına sebep
olacak husus ise bu yeni nesil virüsün akrabasına nazaran kat be kat daha hızlı
yayılması ve insan nüfusunu yeryüzünden silecek kadar da ölümcül olması.
Kamuoyunda tartışılan ve mutabakata varılamayan nokta Avrupa'da idam cezasını
geri mi getirelim yoksa sadece bu adam için mi tatbik edelim değil elbet.
Münakaşanın bir tarafında “Bu iş bilimsel bir buluştur, bu ve benzeri
çalışmalara hiçbir zaman müdahale edilmemeli ve kısıtlama olmamalı” varken,
diğer tarafında ise “Ama ya bu virüs kötü adamların eline geçerse halimiz nice
olur? Demokrasi çerçevesinde bir şeyler yapılması lazım, ama ne?” var.
……”
Hakkı
Acar
>>>Devamı