[Bilimin dünyasında yaşamak «quantité», kemmiyet dünyasında yaşamak demektir. Kendimizle veya başkalarıyla ilgili herşeyi sayılar, sıralamalar, birbiri yanma konulan, birbiriyle karşılaştırılabilen nesneler aracılığıyla kavrıyoruz. İnsan olarak bilincimizi «quantification»ler belirlediği için, bugünün insanları olarak bizler kemmiyet hakimiyeti altında yaşamayı olağan, yerinde ve hatta isabetli, kaçınılmaz saymayı uygun görüyoruz. - İ. ÖZEL, TAHRİR VAZİFELERİ, TİYO, Nisan 2018, s.: 206]

11 Mayıs 2009

Din ve Bilim Neden Çatıştırılır? - Dr.Aliye ÇINAR

Din ve Bilim Neden Çatıştırılır? – Dr. Aliye ÇINAR



“İki tür insan vardır:
Dedesi Âdem veya Maymun Olanlar “ - Ahmet Hamdi
Tanpınar


Ülkemizde genellikle bilinen bir klişe olmakla birlikte, son zamanlarda Darwin’in “teori”sini yeniden bilimleştirme hezeyanı, din-bilim çatışmasını tekrar gündeme getirdi. Hezeyan diyorum, çünkü Darwin’in araştırma arzusu yerini ideolojiye bırakarak, Darwinizim tartışması başlayınca bu çıkarsamam haklı gözüküyor. Zira Darwinin hareket noktasının iyi bilinmesinde fayda var. Onun asıl tutkusu, varlıklı bir kişi olarak kesinlikle ideolojik sahte kimliklere sığınmadan doğayı ve canlıları araştırmaktır. Kısacası temel itki doğa bilimdir. Bu amaç uğruna o, canlılar dünyasında beş yıllık bir yolculuk, onlarca yıl süren çalışmalar yapmıştır.
Elbette döneminde pozitivizmin revaçta olduğunu anımsarsak, biyolojik hipotezlerin teolojiye taşınması anlaşılır bir şeydir. Zira Tanrı’yı defterden silmek için oldukça ikna edici bir araştırmanın ideolojileştirilmesini anlamak zor değildir.
Darwincilik, din-bilim çatışması denildiğinde ilk akla gelen isim kuşkusuz ateizmin güçlü kalecisi Richard Dawkins’dir. Bu yazıda onun üzerinden meseleyi irdeleyelim. Acaba “Din ve Bilim” neden çatıştırılır?
Dawkins, insanın sadece düşünce boyutunu dahası bunun sonucunda bilimsel etkinliğini öne çıkarmanın ötesinde, insanı yalnızca buna indirgemek suretiyle, ‘tek boyutlu’ insan açıklaması geride kalmasına rağmen, o hala ısrarla bunu savunur. Felsefî antropolojinin verileriyle konuşacak olursak, insan sadece bilgi üreten bir varlık değildir. O, seven, hisseden, irade sahibi ve bütün boyutların bir bileşkesi olan ritüel (ayin ve ibadet) sayesinde kendini anlayan kısacası karmaşık bir yapıdır. Buradan bakınca insanın bilme yetisi kadar inanmasının da doğal olduğu ortaya çıkmaktadır.
Dawkins bu bilimsel indirgemeciliği çok abartmış olmasından kaynaklanmalı ki insanın sevme boyutunu da küçük görmektedir. O’na göre, sevmek de bir tür menfaatle ilgilidir. Hâlbuki insanı bu şekilde konumlarsak, onun kendi dışına çıkabilme ve benliğini geliştirebilme yetisinden söz etmek mümkün gözükmemektedir. Bu düşüncenin izini sürersek, Dawkins’e göre, insanın kültür ve dil varlığı oluşunu açıklamak mümkün değildir. Ahlakı bile bencil gen teoriyle açıklayan Dawkins’e medeniyetten bahsetmek abesle iştigal olacaktır.
İnsanı bu şekilde biyolojizme indirgemek suretiyle izah etmeye çalışan Dawkins, doğal olarak diğer boyutları yok saymaktadır. Hatta evrim düşüncesinin bir sonucu olarak, evrenin doğal eleme ile meydana geldiğini ısrarla savunduğu için, bir başka açıklama tarzını ve kozmolojiyi kabul etmemektedir. Sonuçta bilim ile dinin çatıştığını söylemesi şaşırtıcı değildir. Oysaki bilim ve dinin işleyiş mekanizması birbirinden farklıdır.
Elbette insan bütün bir varlıktır ve akıl boyutu ile iman yönünün çatışması düşünülemez. Ancak bilim, nedensellik yasasına göre işleyerek, evreni izah etmeye çalışırken, din iman ve ahlak eksenli olarak evreni izah eder. Bir bakıma insanın benliğinin balansını tanrısallığa soyunmamakla ayar edeceğini kabul eden din, insanı diğer insanın kurdu olmaktan emin kılmayı hedefler. Bilimde mekanik bir işleyiş hâkimken, din oldukça hayatîdir. Bilim, insanın bu dünyada en iyi şekilde yaşamasını hedeflerken, din insanın huzurlu olmasını merkeze koyar.
Bilim, bilimsel gelişme için her şeyi kullanır; ancak din, insanın biraz durup anlamasını murat eder. Kısaca ikisinin temel dinamikleri birbirinden farklıdır. Bunları çatıştırmak, sadece ideolojik ya da yanlı bir bakışın sonucu olabilir.
Bilim, inanç (belif) eksenli yol alır; oysa din için sezgilerin onayladığı bir iman (faith) alanı vardır. İnanmak ve bilmek farklı yönlerdir. Hatta iman sahasındaki bilgi, inanarak bilmedir. Ancak dâhi bir matematikçi son noktada, ahlaksızlığın bir eksilme olduğunu itiraf ederek, bilimsellik ile dinin de çakıştığını söylemesi şaşırıcı değildir (Wittgenstein-Dahinin Görevi, Kabalcı Yayınları, 2005).
Bilimsel yetkinliği, tavan yapmış bilim adamının zekası açığa çıkarır. Oysa iman ve dinin gerçekliğini, bilge ve mükemmel insan (iyi insan) teyit edebilir.
Son olarak ifade etmeliyiz ki, günümüzde dinden kasıt, büyük oranda inançtır. Böyle olunca, inanç ve inançsızlık gibi, din ve bilimin çatışması oldukça doğaldır. Çünkü sonuçta inançlardan hangi inancın muzaffer olacağı tartışılmaktadır. Oysa iman ve bilimin çalışması mümkün değildir. Burada Francis Bacon’ın bilim ve felsefe ile din ilişkisi hakkında söylediği sözü hatırlatmakta fayda var:
Bilim ve felsefede (sadece) derinleşenler dine döner…
Bu sözü, Türk anonim kültürüne taşırsak: Yarım hoca dinden, yarım doktor candan, yarım bilim adamı ve felsefeci insanı insanlığından (mahrum) eder.
Not: Pek yakında çıkacak olan, İnanmak ya da İnanmamak isimli kitabımızdan esinlenerek kaleme alınmış bir yazı…


http://www.haber10.com/makale/15398